Böyle demişti rahmetli peder. Doktordu ama nihayetinde devlet memuruydu. Durumu çok iyi olan bir aileden gelmesine rağmen “istenmeyen gelin” annemin aşkına aileden kopup, 25 sene Ankara Demiryollarında sabah 9 akşam 5 çalıştı. Kendinin değil, üstlerinin isteklerine göre tatillerini ayarlayabildi. O da sadece TCDD kamplarında doktor olarak. Son yıllarında ise tatil niyetine, İstanbul’da köşkte yaşayan huysuz babaanneme giderdik.
Babam çok çalışsa da maaşı sabitti. Bize hissettirmedi ama eminim 3 çocuk okuturken çok zorlandı. Tüm Demiryollarının Başhekim Yardımcısı olmasına yani mevkisine rağmen, özel işleri için hiç adam kullanmadı. Alışverişini, oturduğumuz lojmanın bakımını, tamirini bile kendisi yaptı veya ücretiyle yaptırdı. Anasını iyileştirdiği, köyünden getirip babamın kapısına bıraktığı bir bakraç yoğurdu, ısrarcı adamın kafasına atmıştı J. Oysa milyonluk ilaç ihalelerinde karar mercii babamdı. Onun hiç arabası olmadı, hiç evi olmadı. İyi bir saati, pahalı bir takım elbisesi olmadı. Ama pantolonları hep ütülü, ayakkabıları boyalı, gömlekleri kolalıydı.
O 53 yaşındaydı, ben 17. Yüzünün hiç gülmediği bu rutin hayata kalbi dayanamadı ve durdu… Ne torun gördü ne torba. Ne gelin gördü, ne damat. Ne evi oldu, ne arabası. Ne doğru dürüst gezdi ne de tatil yaptı.
Ancak bu memur hayatından artık ne kadar yıldıysa, bana hayatında verdiği üç öğütten biri şuydu;
Bak evlat, bu hayatta rahat yaşamak istiyorsan; “Ya kendi işini kurarsın, ya da saatini”
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.