
Sudan, Mısır-Birleşik Krallık ortak yönetiminden 1 Ocak 1956’da kurtulup bağımsız bir devlet oldu. Ancak bağımsızlığını kazandıktan sonra iç karışıklıklar ve iç savaşlardan kendini kurtaramadı. 1989’de yapılan bir darbe sonucunda yönetim İhvan eğilimli Ömer El-Beşir’in eline geçti ve bu durum 2019’a kadar devam etti. El-Beşir 2019’da bir halk ayaklanmasıyla devrildi. Halen Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından pek çok savaş suçu nedeniyle yargılanmak üzere aranıyor. Bunlardan en önemlileri Darfur’da, Fur, Masalit ve Zaghavalar’a karşı işlenen soykırım suçları.
El-Beşir buna rağmen, pek çok ülkeye ziyaretler yaptı ve tutuklanmadı. Bu dönemde iki kez de Ankara’da ağırlandı. Ülkeyi yönettiği yıllarda, petrol kaynakları sömürülen, yönetime katılımı engellenen, şeri yasalar empoze edilmeye çalışılan ve ağırlıklı nüfusu Hıristiyan olan Güney Sudan kanlı bir iç savaş sonucunda 2011’de Sudan’dan ayrıldı.

Yine onun döneminde, ülkenin batısında bulunan Darfur bölgesinde de çatışmalar çıktı. 2003’te başlayan Darfur Krizi’nde 300 bin kişinin öldüğü 2.5 milyon kişinin yerinden edildiği tahmin ediliyor. Bu çatışmalardaki katliamları, El-Beşir’le birlikte hareket eden ve Cancavid olarak adlandırılan cümel (deveye binen askerler) ve süvariler tarafından gerçekleştirdi. Arap asıllı hayvan taciri Müslümanlardan oluşan bu grup, yine Müslüman ama yerleşik ve Afrika kökenli siyahilerden oluşan etnik gruplara karşı soykırım yaptı. Küresel iklim değişiklikleri sonucu Sahra’nın güney sınırında hayvan üreticileriyle çiftçi toplulukları arasında ortaya çıkan çatışmaların bir benzeriydi ama son derece kanlı oldu.
2019’da, El-Beşir’i indiren halk ayaklanması sonucu siviller ve askerlerden oluşan bir geçiş hükümeti kuruldu. Zira askerler yönetimi tamamen sivillere bırakmakta son derece isteksizdi. Nitekim 2019’dan 2021’e kadar süren bu dönem, 2021’de ordunun tekrar yönetimi tamamen ele geçirmesiyle sona erdi. Ancak ordu da, yönetimdeki gücünü zamanında Darfur’da katliamlar yapmış olan Cancavid’in devamı olan güçlerle paylaşmak zorunda kaldı. Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin (SAF=Sudan Armed Forces) başındaki General Abdülfettah Burhan yeni devlet başkanı olurken, Cancavid’in dönüşümüyle ortaya çıkan ve liderliğini General Hamdan Dagalo’nun (kısaca Hemedti olarak anılıyor) yaptığı Hızlı Destek Güçleri (RSF=Rapid Support Forces) ile zorlama bir iş birliğine gitti. General Burhan devlet başkanı, Hemedti ise yardımcısı oldu. Ancak, hırslı ve uzlaşma kültürü olmayan bu kişilerin birlikteliği fazla uzun sürmedi. RSF’nin SAF’a entegre edilmesinde sorun çıktı. Bu arada Darfur’daki altın madenlerini de kontrol eden RSF, Rusya (Wagner paralı askerler grubu), Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Doğu Libya’yı kontrol eden gruplar tarafından desteklenmeye başladı. Doğu Libya’yı kontrol eden General Hafter’e Libya’daki çatışmalarda askeri destek vermiş olan Hemedti, bu kez Libya’dan destek gördü. Boyuna posuna bakmadan büyük askeri emeller taşıyan ve etki alanını genişletmeye çalışan BAE ise Çad üzerinden ciddi silah yardımında bulunmaya başladı.
Bu destekler sayesinde asıl etki alanı dışına çıkan Hemedti, başkent Hartum’u da ele geçirerek güneye ve doğuya doğru genişlemeye başladı. Burhan, başkenti Kızıldeniz kıyısındaki Port Sudan’a taşımak zorunda kaldı. Ancak, Mısır, İran, Türkiye ve Katar’ın desteğiyle Burhan durumu dengeledi, sonunda Hartum’u geri aldı. Türkiye’nin desteği, tahmin edileceği gibi, Bayraktar TB-2 SİHA’lar verilerek oldu. Ancak bir süre sonra savaş yeniden dengelendi, zira RSF de BAE’den SİHA’lar edindi. Sonunda ülke fiilen ikiye bölünmüş oldu. Bunun tek istisnası Kuzey Darfur’un başkenti El-Faşir idi. Bölgede RSF’den kaçan yerel halk bu kente sığınmıştı. Kentte kalan ufak bir SAF birliği ve yerel halkın oluşturduğu direniş güçleri, tamamen kuşatılan kenti 18 ay boyunca savundu.
El-Faşir 18.yüzyılda kurulmuş. Ülkenin batı sınır komşusu Çad’a 300 kilometre mesafede, eski bir karavan yolu üzerinde ve bölgede yetişen tarım ürünlerinin ticaretinin yapıldığı bir pazar yeri. Artık “yeriydi” demek daha doğru, zira şehir 27 Ekim’de RSF’nin eline geçti. Bu durum Sudan iç savaşında yeni bir felaket aşamasına işaret ediyor. RSF’den kaçan binlerce mülteci Batı Darfur’daki Tawila kasabasına akın ediyor; kaçanlar, kentte toplu tecavüzler, kaçırmalar ve cesetlerle dolu sokaklar gördüklerini anlatıyor. Kentin yaklaşık 260.000 civarındaki nüfusunun büyük bölümü hâlâ kayıp.
RSF’nin El-Faşir’i ele geçirmesi, savaşın seyrinde kritik bir dönüm noktası olacağa benziyor. Ateşkes umutları zayıfladı; kentteki katliamların kanıtları arttıkça, Darfur ve diğer bölgelerde yeni etnik temizlik ve soykırım dalgalarının ortaya çıkmasından korkuluyor.
RSF BAE’den aldığı SİHA’lar ve diğer hafif silahlarla sivil hedeflere yöneliyor. Nitekim, daha Nisan ayında kentin kenarındaki bir mülteci kampına yapılan saldırıda yaklaşık 1.500 kişi öldürülmüştü. RSF, 18 aylık kuşatma esnasında, Afrika asıllı, siyah derili insanların kaçmasını önlemek için kenti toprak duvarlarla çevirmişti. Zira amaç soykırımdı. Nitekim, Ekim’e gelindiğinde aktivistler, her gün ortalama 30 kişinin şiddet, açlık ve hastalık nedeniyle öldüğünü bildiriyordu.

Kentin düşmesinin ardından RSF milisleri katliam başlattı. Yine Fur, Masalit ve Zaghavalar hedef alınıyor. Sosyal medyada yayılan videolarda silahsız erkeklerin infaz edildiği görülüyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, bir doğum hastanesinde 460’tan fazla hasta ve refakatçisi öldürüldü. Uydu görüntülerinde, sokaklarda cesetlerin biriktiği, son günlerde ise bunların toplu mezarlara taşındığı saptandı. Internet’te gördüğüm bazı dehşet verici fotoğrafları bu yazımda yayınlamamayı tercih ettim.

Bu katliamı kim durdurabilir? Şimdilik ne RSF, ne de SAF barışa istekli. Kurak mevsim yaklaşırken RSF’nin Darfur’da kontrol ettiği bölgenin dışına çıkması ve Kuzey Kordofan’a ilerlemesi bekleniyor. SAF ise yenilgiyi kabul etmiyor; özellikle ordu içindeki İslamcılar savaşa devam etmeye kararlı.

Bu kanlı çatışma ve soykırımı engellemenin tek yolu, dış yardımların kesilmesi ve uluslararası baskı. Yirmi yıl önce çatışmalar bu şekilde durdurulmuştu. Ancak bu kez durum farklı. BAE, RSF’yi Sudan ordusu içindeki İslamcılara karşı bir denge unsuru olarak görüyor; Mısır ve Suudi Arabistan ise SAF liderliğinde bir rejim istiyor. Filler tepişirken olan zavallı sivil halka oluyor.
El-Faşir’in düşmesi, Sudan iç savaşını durdurmak için az da olsa bir çaba gösteren ABD diplomasisi için ciddi bir imaj kaybı. ABD şu anda hala her iki tarafla da 90 günlük bir “insani ateşkes” için görüşüyor. Nobel ödülü takıntılı Trump belki bu konuda bir etkinlik gösterebilir. Ancak ABD, BAE’ye politik baskı yapmadığı sürece bu felaket devam edecek gibi. Birleşmiş Milletler’in dostlar alışverişte görsün anlamına gelen çabalarından ise hiçbir şey çıkmayacağı kesin.

Bazı emekli Amerikalı diplomatlara göre, Trump’ın BAE’nin RSF’ye desteğini kınayan tek bir tweet’i bile Abu Dabi’de şok etkisi yaratabilir. Ancak Washington yönetimi, tıpkı Biden döneminde olduğu gibi, Emirliklerle açık bir çatışmadan kaçınıyor. Yine de 2 Kasım’da BAE liderinin bir danışmanının, gösterilmekte olan çabalara desteğini belirtmesi olumlu bir işaret olarak görülüyor. Belki de ABD alttan alta politik bir baskı yapıyor.Trump’ın müdahalesi barışı garanti etmese de, tarafları ilk kez gerçekten müzakere masasına oturtabilir.
Gelelim Türkiye’nin durumuna… İhvan sempatisi ve bazı ticari çıkarlar nedeniyle SAF’a SİHA desteği veren Türkiye, şu anda biraz geri çekilmiş durumda. Zira Doğu Libya ile ilişkileri yeni düzeltmiş durumdayız. Bu, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki yayılmacı emellerine engel olmak için bizim Libya ile imzaladığımız deniz yetki alanı anlaşması açısından kritik önemde. Yani Hemditi’nin müttefiki Doğu Libya’yı kontrolünde tutan General Hafter ile iyi geçinmek gerekiyor. Dolayısıyla, RSF’nin fazla üzerine gitmek, yani SAF’a desteği artırmak riskli. Bir ara FETÖ’nün mali destekçisi olduğunu iddia ettiğimiz BAE ile de artık ilişkileri iyi tutmak önemli. Malum ekonomimiz berbat durunda ve BAE’de para var. Üstelik etkin olmaya çalıştığımız Myanmar-Royhinga ve İsrail-Hamas olaylarında olduğu gibi mazlum taraf Müslüman, katliam yapan taraf gayrimüslim değil. Darfur’da soykırımı yapan da soykırıma uğrayan da Müslüman. Darfur’da ümmetin bir bölümü ümmetin bir diğer bölümünü katlediyor.
Bu soykırımın Türkiye’de hiçbir şekilde Gazze kadar tepki çekmesi mümkün değil, zira bırakın El-Faşir’i Darfur’u, ülkemizde Sudan’ın yerini bile bilen son derece az. Arap Müslüman’ın karaderili Müslüman’ı soykırıma uğrattığı bu olay, sanki bizde biraz Reelpolitik’e biraz da Arap seviciliğine kurban gidiyor. Zaten ümmet meraklılarının da duyulmasını istemediği bir konu.
Medyamızda da yakın zaman kadar bu ülkede olanlar son derece az yer aldı. Neyse ki son günlerde, basınımızda bir iki haber çıkmaya başladı. Ayrıca emekli büyükelçi sayın Servet Öktem’in de t24’te değerli bir yorumu yayınlandı.
Bu durum maalesef dünyanın başka yerlerinde de pek farklı değil. Medya erişiminin son derece kısıtlı ve stratejik olarak pek fazla önemi olmayan bu bölgede yaşayan talihsiz insanlar, Gazze ile Ukrayna’daki çatışmalar ve Trump’ın gümrük vergilerinin etkileriyle bilgi bombardımanına tutulan dünya halklarının dikkatini çekmiyor, ama soykırım da devam ediyor.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.










