Daha önce birkaç yazımda anlattığım gibi, dedem Ahmet Ferit, Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda sahra topçusu olarak görev almış. Çocukluğumda başından geçenleri zaman zaman anlatırdı. Bugün sizlere dedemin bana anlattığı, başından geçen üç ilginç olayı anlatacağım. Her üçü de Kurtuluş Savaşı’nın ilk dönemlerinde cereyan etmiş.
Dedem çatışma olmayan zamanlarda kendi komutası altındaki erlere düzenli talim yaptırırmış. Açık arazide yapılan bu eğitimlerde, asker yarım daire şeklinde dizilir, dedem de bağırarak komut verirmiş. Hemen ekleyeyim, dedemin ince ve özgün bir sesi vardı.
O günlerin Anadolu şartlarında eğitim verdiği askerler arasında sık sık sıtmaya yakalananlar olurmuş. Cephe gerisindeki çadırlı hastaneye yollanan bu askerler de büyük çoğunlukla ölürmüş. Babası da doktor olan dedem, kısıtlı bilgisiyle bu kadar yüksek ölüm oranına bir anlam veremiyormuş. Sonunda bir gün sahra hastanesinde ne olduğunu anlamak için birkaç askeriyle birlikte hasta erlerinin durumlarını yoklamaya gitmiş.
Bu ziyaret esnasında hastalara iyi bakılmadığını fark etmiş. Erlerin önce bir çadırda tutulduklarını, sıtma krizleriyle iyice zayıfladıktan sonra, daha donanımlı sabit bir hastaneye oldukça gecikmeli olarak sevk edildiklerini, orada da geç müdahaleden öldüklerini, anlatılanlardan ve gözlemlerinden belirlemiş.
Bu izlenimleriyle, sahra hastanesinin doktor komutanına gidip, durumdan şikayetçi olmuş. Azınlık kökenli, kendinden daha yüksek rütbeli doktor dedemi terslemiş. Bunun üzerine dedem de yanındaki askerlerine silah çektirtmiş ve zorla hastaları hızlı bir şekilde asıl hastaneye naklettirmiş. Bu olaydan sonra hastaların tümü iyileşip bir süre sonra birliklerine geri dönmüşler.
Çadırlı hastanenin komutanı ise dedemi bu olay nedeniyle üst makamlara şikayet etmiş. O dönemde, bırakın bir üste silah çekmek, bağırmak bile idamla cezalandırılması gereken bir suçmuş. Ne de olsa savaş dönemi. Dedem bu olay nedeniyle Divan-ı Harb’te yargılanmış. Ancak şahit olarak dinlenen erler, silah çekme filan olmadı, üstelik hastane komutanı bağırdı deyince beraat etmiş.
Bu olaydan bir süre sonra kendi komutanı dedemi çağırmış ve bazı birliklere para gönderilmesi gerektiğini söylemiş. Gideceği ilk birliğin adını ve yerini bildirmiş. Sonra da götürülecek altınları kendisine teslim etmiş.
O zamanlar Anadolu, Çerkez Ethem’in isyancıları ve asker kaçakları kaynıyormuş. Bu haydutlar dağda taşta soygunlar yapıyormuş. O nedenle komutan dedeme, altınları kemerinin içine saklamasını ve yanına iki asker almasını söylemiş. Dedem denilenleri yapmış ve iki asker ve üç atla yola çıkmış.
Nitekim ormanlık bir bölgeden geçerlerken pusuya düşürülmüşler. Ormanın içerisinden çıkan ve ağaçların üstünden kendilerine silah doğrultan haydutlar tarafından sıkıştırılınca çaresiz teslim olmuşlar. Haydutlar üçünü de çırılçıplak soymuş. Kemerin içerisinden de altınları almışlar. Özellikle subaylara düşman olduklarından, “Hanginiz subay?” diye bağırıyorlarmış. Ne dedem, ne de askerler bu konuda bir şey söylememişler.
Tam bu sırada dedemin yanındaki iki asker aniden dizleri üzerine çöküp dua etmeye başlamış. Dedem ne olduğunu sorduğunda, kendilerinin Çerkez olduğunu, o yüzden haydutların aralarındaki Çerkezce konuşmalarını anladıklarını ve duyduklarına göre kendilerini dere yatağına götürüp boğazlarını keseceklerini söylemişler. Bunun üzerine dedem çaresizlik içerisinde haydutlara bağırmaya başlamış. O zaman da altın dişlerini görüp “Eratın ağzında altın diş olmaz, subay sensin” diye üzerine çullanmışlar. Dedem atılan çok şiddetli bir tokat yüzünden gerçekten yıldızları gördüğünü anlatırdı.
Dedemin bağırmasını duyan ve ilerde altınları sayan çete başı, tam bu sırada ayağa kalkıp dedemlerin yanına gelmiş; elbiseleri, atları ve altınları iade ettirmiş ve üçünü de sağ salim yolcu etmiş. Meğer çete başı, dedemin sıtma tedavisi için hastaneye yolladığı ve tedavileri için zor kullandığı, daha sonra firar eden eski erlerinden birisiymiş ve dedem bağırdığında, kendine özgü sesinden tanımış.
Amcam da bu olayı babamla ilgili en etkilendiğim olay diye anlatırdı. Bu haydutlar daha sonra yakalanmış ve idam edilmişler.
Gelelim ikinci anıya… Yine aynı dönemde komutanı dedemi çağırıp, bir çete başını öldürmesi talimatını vermiş. “Yanına birini daha al ve git adamı öldür” demiş. Dedem de çetenin bulunduğu bölgeye gitmiş. Vardığında, çetenin lideri de bir binanın kapısında kalabalık bir milis gücüyle hararetli bir konuşma içerisindeymiş.
Dedem uzaktan bir değerlendirme yapmış. Gündüz gözüyle herkesin ortasında adamı öldürmek intihar etmek gibi olacak, zira derhal beni de öldürecekler diye düşünmüş. Ama kendi kendine “emir emirdir; yapacak bir şey yok” demiş. Tam harekete geçecekken alelacele bir er gelmiş ve “emir geri alındı, geri dön” diye bir haber iletmiş. Dedem de geri dönmüş.
Savaş bittikten sonra, dedem bir süre daha askerlik mesleğine devam etmiş. Ancak sonunda yüzbaşı rütbesiyle ordudan ayrılmış ve İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olarak avukat olmuş.
Avukatlık yaparken bir gün bir temyiz duruşması için Ankara’ya gitmiş. İşi bittikten sonra da İstanbul’a geri dönmek için Ankara Garı’na gelmiş. Gece treni kalkmadan önce, vakti olduğundan, gar lokantasına girmiş ve kendine yemek ısmarlamış. O sırada bir başka masada kendisinden öldürülmesi istenen çete liderini görmüş. Kalkmış yanına gitmiş ve olayı anlatmış. Adam da kendisine gülerek, “Biliyorum, biz de tam o sırada geleceğini haber almış ve seni nasıl öldüreceğimizi konuşuyorduk” demiş.
Son anı kısa bir esaret hikayesi. Olay Geyve Muharebeleri’nden sonra gerçekleşiyor. Dedem o sıralar Adapazarı Bozöyük bölgesinde. Bir gün yaveriyle birlikte bir köye iniyor. Amacı hamamı olan bu köyde yıkanmak. Tam hamamdayken bir Yunan birliği köye giriyor. Kaçamadan esir düşüyorlar. Üstüne üstlük hemen darağacı kuran Yunan askerleri dedemi ve yaverini asmaya kalkıyorlar. Ancak, tam o sırada Türk süvarileri köye giriyor ve dedemin asılacağı darağacında Yunan askerleri idam ediliyor.
Dedem, bu anlattıklarım ve benzeri pek çok olayı yaşayarak nasıl sağ salim (altıncı dereceden harp malulü olarak) eve dönebilmiş şaşırmadan edemiyorum. Dedem gibi on binlerce insan da benzer olayları yaşamış, bir kısmı ölmüş/şehit düşmüş, bir kısmı ağır maluliyetler yaşamış, bir kısmı da dedem gibi az hasarla evine geri dönebilmiş.
Bu vesileyle Sakarya Savaşı’nın 101. yıldönümü herkese kutlu olsun.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.