Türkiye Uzay Ajansı (TUA) Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım, uzay ekonomisinin çok büyüyeceğini, trilyon dolarların üstüne çıkacağını ve her yönüyle uzayda olmamızın şart olduğunu belirterek, Türkiye’nin uzay çağını kaçırma lüksü olmadığını söyledi.
Türkiye’de uzay çalışmalarının yaklaşık 20 yıldır yapıldığını vurgulayan Yıldırım, Uzay Ajansı ile dağınık olan çalışmalar tek merkezden koordine edilerek, ülkemizin kısıtlı olan maddi ve insan kaynaklarının verimli kullanılmasıyla, netleştirilen hedeflere kısa sürede varılacağına dikkat çekti. TUA Başkanı Serdar Yıldırım, Türkiye’nin uzay programının detaylarını ve yol haritasını Haber Aero’ya anlattı.
“Uzay çalışmaları tek elde olacak”
Aslında gözlem noktasından bakarsak dünyada uzay çalışmaları binlerce yıla dayanıyor. Bizim medeniyetimizin de bu konuda çalışmaları var. Uluğ Beylere, Ali Kuşçulara dayanan. Ama yerden yapılan gözlemleri bir tarafa bırakırsak uzay çağı 1957’de Sovyetler Birliği’nin Sputnik’i atmasıyla başladı. Biz o dönemlerde o çalışmaların dışındaydık. Ama şunu söyleyebilirim; ajansımızın kurulmasında en az 20 sene öncesinden itibaren Türkiye’de ciddi uzay çalışmaları yapıldı. Farklı kurum ve kuruluşlarla yapıldı. Bunlar içerisinde daha çok öne çıkanlar uydu imalatı oldu. Çünkü biz ilk attığımız Türksat uydularını dışarıdan satın alarak ve yine başka ülkelere fırlattırarak işlettik. Ama ilk hedeflerimizden birisi uydularımızı kendi imkânlarımızla imal etmekti. Burada TÜBİTAK Uzay Enstitüsü’nün çok önemli katkıları oldu. TUSAŞ çalışmalar yaptı. TUSAŞ bünyesinde kurulan Uzay Sistemleri Entegre Merkezi (USEM) var. Çok önemli test ve entegrasyon merkezi. Burada her çeşit uydunun hem entegrasyonu hem de uzay şartlarına göre testleri yapılabiliyor. ASELSAN’ın ciddi çalışmaları oldu. Ayrıca çok sayıda özel şirketimiz var. Onlarda yazılım çalışmalarını yaptı. Yazılım uzayda çok önemli bir yer tutuyor. Çünkü gönderdiğiniz uzay araçlarının içinde bilgisayarlar var, ara yüzler var. Bunların hazırlanması ve millileşmesi önemliydi. Özetle, Türk Uzay Ajansı kurulmadan çok sayıda çalışma mevcuttu, ancak sıkıntı bunların dağınık olmasıydı. Dağınıklık da verimliliği düşürüyordu. Koordinasyon gerekiyordu. İnsan kaynakları ve maddi kaynakların doğru kullanılması gerekiyordu. Bunun için ajans kuruldu. Dünyada bütün ajansların yaptığı budur. Mesela Türkiye Uzay Ajansı’nın da üretim yapmak veya AR-GE yapmak gibi bir vazifesi yok. Biz bunları yaptırmak, desteklemek, takip etmek, gerektiğinde fonlamak, projelendirmek vazifesinde almış durumdayız ve bizim esas işimiz bu. Tabii devlet temsili var. Birçok vazifemiz var ama en önemlisi bu.
“Uydu yerlilik oranı yüzde 60”
Bazen yanlış anlaşılma olabiliyor. TUA’da hiyerarşik bir yapılanma düşünülmüyor. Her kurum kendi çalışmalarını devam ettirecek. Ama uzayla ilgili bir şey yapılıyorsa Türkiye Uzay Ajansı’nın açıklamış olduğu (biz bunu büyük bir emekle hazırladık Milli Uzay Programı), program ve strateji ile uyumlu çalışmasını arzu ediyoruz. Böyle olmaması halinde hem verimlilik düşüyor hem kaynak israfına sebep oluyor hem de dünyayla rekabet edemiyoruz. Az önce bahsettiğim uydu üretim kabiliyetlerinin bir çatı altında toplanma hedefimiz var. Cumhurbaşkanımızın açıkladığı programda 2 hedefimiz bu. Bu niçin önem arz ediyor? Aslında birçok uydu alt sistemini yerli olarak üretebilir durumdayız. Yüzde 100 bir uyduyu henüz üretemiyoruz. Yerlilik oranımızı yüzde 60’a kadar çıkarabildik. Türksat 6A ve İMECE’de aşağı yukarı bu oranlardayız. Ama ürettiğimiz çok ciddi alt sistemler var. Bunları satabiliriz. Fakat bu dağınıklık yüzünden bunlar başarılamıyor. Bir araya getirip bir şirket kuracağız ve dünyayla biz de rekabet etmeye başlayacağız. Yavaş yavaş öncelikle bu yaptığımız yazılımları alt sistemleri satarak daha sonrasında belli bir yol haritasıyla belki uydunun bütününde de rekabet etmeye başlayacağız. Ama bunu yarın yapacağız dersek gerçekçi olmamış oluruz. Bu alanlarda çalışan dev firmalar var. 30-40 yıldır uydular üzerinde mesai harcayan şirketlerle birdenbire rekabet etmek mümkün değil. Ama bunu yapmazsak piyasaya hiç giremeyeceğiz, hep yarım kalacağız. Onun için bu sahaya girmemiz çok önemlidir.
“Uzay için her şeyi yapmamız gerekmiyor”
“Uzay konusunda neyi yapamıyoruz?” derseniz. Bazı kontrol mekanizmaları var. Yüksek çözünürlük sağlayan aynalar, mercekler var. Bazı kristaller var. Bunun gibi bazı malzemeleri Türkiye’de yapamıyoruz. Yapmak için çalışmamız var. Yine TÜBİTAK bünyesinde OPMER diye bir optik merkez kuruldu. ATASAM’da DAG Teleskopu Doğu Anadolu gözlem evinin bulunduğu yerde bir merkez kuruluyor. Ülkemizde bunların da altyapıları oluşuyor, ama zaman istiyor. Biz biraz geriden geliyoruz. Ama biz millet olarak bu arayı hızlı kapatma kabiliyetine sahibiz. Savunma Sanayii’nde bunu gösterdik, havacılıkta gösterdik. İnşallah uzayda da göstereceğiz. Ve kısa zamanda şimdi yapamadığımız her şeyi yapma kabiliyetini kazanacağız. Her şey derken? Her şeyi biz kendimiz yapmalı mıyız? Hayır! Böyle bir şey gerçekçi de değil. Mantıklıda değil, ekonomik de değil. Hiç kimsede böyle yapmıyor ayrıca. Mesela Boeing firması uçak yapıyor. 79 ülkeden parça yaptırıp, getirtiyor ve topluyor. Ama Boeing kimin uçağı derseniz herkes Amerikan uçağı diyecektir. Tasarım onun, mühendislik onun, tapusu onun. Bizde de millilik aslında bu olmalı. Yani yaptığımız şeyin mühendisliği bizde olsun. Tasarımı bizde olsun, tapusu da bizde olsun. Gerekirse bir ufak parçasını daha ucuz yapan bir yerden satın alalım. Neden ucuz olan yerden almayalım? Hesaplı mal etmemiz lazım ki satabilelim. Rekabet edebilelim. Bu manada her şeyi biz yapalım gibi hedef koyulmamalı, ama bize vermeyecekleri kritik şeyleri, engelleyebilecek şeyleri, stratejik konuları bizim gerçekleştirmemiz lazım, millileştirmemiz lazım. Onun için de çalışıyoruz.
“Dünyaya satabileceğimiz uzay ürünlerimiz var”
Uzayla ilgili olarak diğer sahalardan ayrılan çok önemli iki fark var. Birincisi; gönderdiğiniz şeye bir daha erişemezsiniz. Yani uçakta bir şey oldu onu indirir, tamir edebilirsiniz. Mesela uyduyu gönderdiniz çok ciddi bir maliyetle, orada ufacık bir sistemin çalışmaması bir anda uyduyu tesirsiz hale getiriyor. Çöp haline gelebilir. Bu o kadar kritik bir konu ki onu atıp bir daha orada müdahale etme, düzeltme, telafi etme şansınız yok. Seneler sonra ancak tekrar yapacaksınız, tekrar göndereceksiniz. Yani seneler alacak bir kayıptan bahsediyoruz. Onun için birinci fark bu. Yapılan işlerin uzay ortamını yeryüzünde simulasyonla çok iyi test edilmesi lazım. Titreşiminden, vakumundan, sıcaklığından, radyasyon testlerinden bütün bunlara dayanıklı bir şekilde yapacaksınız. Defalarca testten geçireceksiniz. Bu önemli bir fark. İkinci fark ise biz çok defa karşılaşıyoruz, “Biz şunu yaptık kullanabilir miyiz? Vanayı yaptık mesela kullanabilir miyiz?” Çok güzel, ama mümkün değil. Dünyada çalışan bir şey uzayda çalışmaz. Mesela içinde bir gaz, sıvı varsa çekip alıyor onu. Değişik yapı var. Sıcaklık farkları inanılmaz boyutlarda. +200’e çıkıyor sonra -100 iniyor. Sonrasında radyasyon farkı camı karartıyor. Dünyada çalışıyor diye en iyi sistemde olsa uzayda çalışacak manasına gelmez. Onun için şu var; Space Qualified diyoruz yani uzaya uyumlu hale getirmeniz gerekiyor. Türkiye yeni başlıyor bunları yapmaya. Çok güzel ürünlerimiz var, çok güzel sistem komponentlerimiz var. Bunları uzaya uyumlu hale getirdiğimiz zaman hem dünyaya satabileceğiz hem de daha başarılı olabileceğiz.
“Ay’a gideceğimiz motoru Delta V tasarlıyor”
Teknoloji gelişti, uydular küçüldü. Uyduyu yaptınız diyelim. Ama bunu uzaya gönderemiyorsanız hiçbir faydası yok. Yerde olduktan sonra en iyisini yapsanız da bir kıymeti yok. Dolayısıyla bizim için en önemli hedeflerden birisi uzaya erişimdir. Uzaya erişemeyen bir uzay ajansının pek bir manası olmaz. Çöle baraj yapıp sonra su ararsanız olmaz. Bizim uzaya erişmemiz lazım. Maalesef bu konuda dünyadan gerideyiz. Ama çalışmalarımız yok mu? Var! Burada da birçok şirketimiz çalışıyor. İlk aklımıza gelen Roketsan’ın sivil olarak çalıştığı mikro uydu fırlatma sistemi var MUFS (Mikro Uydu Fırlatma Sistemi) adıyla çalışıyor. Yakın yörüngeye yakın bir zamanda belli bir faydalı yükü çıkarabilecek kapasiteye gelecek. Delta V diye bir şirketimiz var hibrit motor üzerine çalışıyor. Ay’a gitmeyi planladığımız motorda, Delta V’nin motoru zaten. Sonrasında TÜBİTAK SAGE bünyesinde yapılar var. Bunlar roket sistemleri. Fırlatmaya da dönüşebilecek sistemler üzerinde çalışıyorlar. Bunu mutlaka başarmamız lazım. Uzay yönelik sivil ve askeri çalışmalar var. Ama sivil tarafta Türkiye Uzay Ajansı olarak, hedefimiz uzayın barışçıl kullanımına katkı sunmak. Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın çerçevesinde çalışmalarımıza devam etmek. Ve öyle kalmak niyetindeyiz. Askeri tarafın teknolojisini takip etmekle beraber karışmıyoruz. O projelere direkt olarak girmiyoruz. Ama bizim sivil olarak ticari manada rekabet edebilecek bir fırlatma sistemi geliştirmemiz lazım. Hedeflerimizde açıklanan uzaya erişim ve uzay limanı hedefi bunu ifade ediyor.
Bizim bir uzay limanımız olmalı, rekabet edebilmesi için Ekvator civarında bir yerlerde olmalı. Önünüzün açık olması gerekiyor. Mesela Fransız Guyanası örnek olabilir. NASA, Ukrayna’dan bir gemi satın almıştı pasifikten fırlatma yaptı. Sea Launch dediğimiz sistem. Ben Ukrayna’yı ziyaret ettiğimde onu bize anlattılar. Onu size de yapabiliriz diyorlar. Bu bir alternatif. Tersanelerimiz çok gelişmiş bizim. Biz o gemiyi her şekilde yapabiliriz. Gemiyi okyanusta en yakın yere götürüp fırlatma yapabiliriz. Bu bir imkân. Havadan fırlatma yapılabiliyor gerçi onun teknik olarak zorlukları var. Uçağın üzerinden atmak gibi. Opsiyonumuz var. Müşterek çalışabilecek dost-müttefik bir ülkeyle anlaşabilirsek de niye Ekvator’a yakın bir ada üzerinde bir liman kurmayalım bu da mümkün. Bunun da görüşmeleri devam ediyor. Birden fazla ülkeyle görüşüyoruz.
“Space X gibi firmalarla rekabet edebileceğimize inanıyorum”
Türkiye’den fırlatma yapılamaz mı neden dışarıya bakıyorsunuz diyorlar. Yapılabilir ama çok maliyetli. Ticari olarak rekabet edemezsiniz. Başka maksatlarla atabilirsiniz. Biz Hintlilerle, Çinlilerle, Space X gibi firmalarla rekabet edeceksek ki edebileceğimize inanıyorum. Şu an hayal gibi görünse de edebiliriz. Biz bu limanı kurmalıyız veya denizden fırlatma gibi bir çözüm bulmalıyız. Birde fırlatma amacı geliştirerek belli bir faydalı yükü uzaya en azından yakın yörüngelere eriştiriyor durumda olmalıyız. Uydu dediğimiz şey aslında bir uzay aracıdır. Bizim Ay’a gidecek aracımızı da uydu yapan firmalarımız yapacaklar. Çünkü bütün özellikleri aynıdır. Ama roket motoru teknolojisi çok önemli. Bunu mutlaka geliştirmemiz lazım. Bunun katı yakıtlılar, sıvı yakıtlılar birde hibrit olanları var. Space X’in çalıştığı Starship var. 100 ton ağırlığı taşıyacak deniliyor. Çok deneme yapıyorlar, ama mutlaka sonunda başaracaklar. İşler farklı bir noktaya gidiyor.
“Uzaya para değil nitelikli insan gerekli”
En büyük problemimiz insan kaynağı. Birçok kişi bütçeler üzerinde çok duruyor. Aslında mesele o değil. Bütçede bulunur, para da bulunur, ama insan bulunmuyor. Atalarımızın güzel bir sözü var; “İnsan dediğiniz boyacı küpü değil ki sok çıkar hazır olsun” öyle bir şekilde insan yetişmiyor. Seneler süren bir şey bu. Biz bunun çalışmalarını şu anda başlatmış olsak da yeterli insan gücüne ulaşmamız zaman alacak. O yüzden bizim planımız Türkiye Uzay Ajansı olarak, mutlaka dışarıdaki insanlarımızdan istifade etmek. Zamanında başka ülkelere gitmiş orada çalışmış tecrübe kazanmış insanlarımız var.
Yurtdışına gittiğimizde bizi bulup; “Başkanım biz de ülkemize faydalı olmak istiyoruz. Ne yapabiliriz?” diyorlar. Bunu çok sayıda kişi çok fazla ülkede bana sordu. Bende diyorum ki; “Edeceksiniz. Biz bunun altyapısını şu an oluşturmaya çalışıyoruz. Acele etmeyin. Biz sizi çağıracağız.” Böyle yaptığımız zaman bizim şu an yurtdışında çalışmakta olan bilim insanlarımızın hepsinin falan dönmesine gerek yok. Yüzde 20 yüzde 25’ini değerlendirebilsek bizi uçurur. Açık söyleyeyim. Kolay değil. İnsanların bir düzeni var. Hemen çağırınca gelmeleri kolay olmuyor. Zemini iyi hazırlamamız lazım. Eğer o insanlar gelip hayal kırıklığı yaşarlarsa o zaman ebediyen kaybederiz. Bir hakkımız var orada ve onu doğru kullanmalıyız.
Burada da konu para değil. Gelen bilim insanı bedava da çalışır ama kendini, gerçekleştirebileceği projelerini ifade edebileceği bir zemin gerekiyor ona. Kısa dönemde Türk asıllı olmayan yabancı bilim adamlarından da istifade etmemiz gerekecek. Bunu herkes yapıyor. NASA’da da 72 milletten insan var. Türkler de var. Çevremizdeki eski Sovyet Cumhuriyetlerinde, Türk Cumhuriyetlerinde yetişmiş çok bilim insanı var. Kısa süre önce Azerbaycan’daydım çok güzel görüşmeler yaptık. Baktım var. Burada çalışanlarda var. Uzay sahasında bunu daha çok kazanabiliriz. Bunları da değerlendirerek kısa dönemdeki insan açığımızı böyle kapatmayı düşünüyoruz.
“10 senede 10 bin uzay uzmanı”
Şöyle bir hedefimiz var; 10 sene içinde 10 bin uzay alanında uzman ekibe ulaşmak. Bunun için YÖK’le de görüşüyoruz. Üniversite programlarını inceliyoruz. Doktora ve yüksek lisansların hangi sahalarda açılmasıyla ilgili olarak çalışma da yapıyoruz. Tabii orta öğretime de ineceğiz. Çünkü tercih edilmesi lazım. Bizim parlak gençlerimizin bu zor sahaları tercih etmesi lazım. Bunu sağlamamız lazım. Bu bir kabiliyetler manzumesidir. Adam çekip en iyisini alıyor. Biz kaptırmamalıyız en iyileri. En iyileri biz de seçip ülkemizde değerlendirmeliyiz. Onun için orta öğretime dönük başlamış çalışmalarımız var. Yakında açıklayacağız. İnşallah bunu da başarmayı hedefliyoruz. Bizimle ilgili bölümü olan üniversitelerimiz 15 civarında. Hem temel bilimler hem de uçak, havacılık, uzay mühendislikleri alanlarında. Bunların hepsiyle temastayız. Salgın başlamadan her hafta bir üniversitemize gidiyordum. Gençlerle buluşuyorduk, konuşuyorduk ama şu ortamda maalesef yüz yüze yapamıyoruz. Sanal ortamda o kadar verimli olmasa da yapmaya çalışıyoruz. Ama Kovid-19 salgını biter bitmez devam edeceğim.
“Gençlerimiz uzaya ilgili duysunlar”
Öncelikle uzay konusundaki çalışmaların gençlere cazip hale getirilmesi lazım. Niye gençlerimiz bu alanları tercih etmiyor? Benim de evlatlarım var. Gençliğin aklında ilk önce iş bulabilir miyim? İş bulduğum zaman ne kadar para kazana bilirim? Gibi sorularla bir kariyer planlaması yapılıyor. Hepimiz yaptık gençken. Ama bunu ne kadar doğru yapabiliyoruz o ayrı konudur. Dolayısıyla temel bilimler ihmal edildiği için, ben burada geleceğimi garanti altına alamam endişesi var. Ben bunu buradan çok net ifade ediyorum. Gençlerimiz emin olsunlar. Uzay hep ileri gidecek. Bundan sonra artık sektörün geri gitmesi, küçülmesi söz konusu değil. Dev adımlarla ilerliyor. Çok yakında trilyon dolara ulaşacak. Daha da büyüyecek. Hatta öngörülemiyor nerelere gideceği. Onun için uzayla ilgili bütün alanlar hem iyi iş yapacak hem de daha iyi paralar kazanılacak. Bu konuda tereddüt etmesinler. Temel bilimler başta olmak üzere bütün uzayla ilgili bölümleri mekatronik, robotik, elektronik, yazılım, yapay zekâ, nanoteknoloji, biyoteknoloji hepsi bizimle ilgili. Uzayda olmayan alan yok. Hukuk var, Tıp var. Dolayısıyla buna ihtiyacımız var. Gençlerimiz bunları tercih etsinler. Yarışsınlar ve ondan sonra da biz onlara iş bulacağız inşallah.
“10 yıllık programımızda insanlı uçuş yok”
İnsan işin içine girdiği zaman iş ciddi manada çok zorlaşıyor. Riskler büyüyor. Onun için biz ilk 10 yıllık programımız içerisinde insanlı bir uçuşa yer vermedik. Astronot programımız var, ama bizim yapacağımız bir uçuş değil. O başkasıyla yapılacak ortak çalışma. Biz bilim insanımızı oraya götürüp deney yaptırmak istiyoruz. O misyonun tarifi o. Ama bizim yapacağımız insanlı uçuşlar ilk 10 sene içerisinde değil. Çünkü gerçekçi değil. Dünyada 3 ülke yapıyor. 1. Ligde 6 ülke sayıyorum. Avrupa Birliği’ni de tek sayarak. Japonya, Hindistan, Çin, Avrupa, Amerika ve Rusya. Bunlardan bile 3 ülke yapıyor. Japon astronotta Ruslarla gidiyor. Yapamadığından değil çok zor ve maliyetli işler. Onun için bizim programımızın bir güzel tarafı da yurtdışındaki tepkileri de değerlendirdiğimde görüyorum. Ayakları yere basan gerçekçi bir program hazırladık. Bakmayın siz iş Ay’a mı gidecekler falan diye konuşanlar olabilir. Gideceğiz biz. Gittiğimizi de görecekler. Yapamayacağımız bir şeyi söylemedik. Ama insanlı uçuş dediğimizde ikinci 10 yılda belki üçüncü 10 yılda bilemiyorum. Onu bizden sonra bayrağı devralan gençlerimiz düşünüp planlayacaklar.
“Uzay da bir lokomotif sektör”
Bizim açıklanan 10 hedefimizin hepsi önemli büyük ana hedefler. Yani netice itibariyle bizim zaten bazı çalışmalarımız vardı ve yürüyordu. Türkiye Uzay Ajansı olarak mevcut çalışmaları himayemize alarak ve bir strateji belirleyip, destekleyerek görünür hale gelmesini sağlamaya çalışıyoruz. Belki bizim kamuoyuyla paylaşmadığımız belki ilerde paylaşacağımız çok sayıda küçük proje de var. Adı küçük kendisi çok önemli. Ekosistemimizi ancak böyle geliştirebiliriz. NASA’yı biliyorsunuz. Bir yarışma açtığı zaman bir kişiyi desteklemiyor. Sadece kazananı değil birçok kişiyi destekliyor. Hatta önce 5 tane şirket sonra 3’e düşürüyor sonra 1’e düşürüyor. Biz de o şekilde bir şey planlıyoruz. Yani ben bir şey yaptıracaksam mesela bir rover yaptırmayı planlıyoruz. Ay’a indirmek için nihai şeyde bir gezen araç. Bu gezen aracı bir yarışmayla yaptıracaksam istekleri karşılayan birden fazla firmayı destekleyeceğim. Hepsini desteklemek ve böylece kaybeden de kazansın ve gelişsin. Böylelikle ekosistem gelişir. Bu çalışmalardan enerji çalışmalarımız var lazer haberleşmesi elektro manyetik sistemler gibi birçok alanda projelerimiz var. Bunlar çalışıldıkça yan ürünler çıkacak. Yalıtım malzemeleri var mesela. Şu anda çok detay vermek istemiyorum çünkü ham bir konu. Daha sonra paylaşacağız kamuoyuyla. Bunları geliştirdiğimiz zaman hem dünyaya satabileceğiz hem de yan sektörlerde de bir ürün kazanmış olacağız. Uzay da bir lokomotif sektör, tıpkı savunma sanayii gibi. Ekonomide ileriye taşıyan, değerli ürünler ortaya koyan bir sektör. Bundan da istifade etmek istiyoruz tabi.
“Ülkeler ‘Uzay Kuvvetleri’ kuruyor”
Biz ne yaparsak yapalım uzayda askeri amaçlı çalışmalar var. Biliyorsunuz “Amerika Space Force kurdum” dedi. Uzay kuvvetleri kurdu. Rusya’da kurduğunu deklare etmemişti. Fransızlar, Japonlar hepsi girdi bu işin içine. Sırayla açıklıyorlar. Dahası NATO hareket alanı ilan etti uzayı. Bir yer hareket alanı ilan edilmişse orada operasyonlar olacak demektir. Savaşlar olabilir demektir. Biz istesek de istemesek de insanoğlunun tabiatında bu var. Bu silahlanma uzayda da var olacaktır. İstemiyoruz, biz buna karşıyız. Ama yapacak da çok bir şey yok. Naif davranmak durumda değiliz. Tedbir almak zorundayız. Bunun içinde uzayda olmak zorundayız. Orada ne olup bittiğinden haberiniz yoksa buradan bir şey yapamazsınız. Geçmiş olsun. Dolayısıyla bizim genel tutumumuz bu yönde. Ama yok mu bu tip çalışmalar? Var. Biz bunların neresinde olmalıyız? Bana göre bu tetkikleri giderecek tarafta. Yani savunma kısmında. Bir saldırı amaçlı bir sistem hiçbir zaman düşünmemeliyiz. Çünkü bu hep kötüye gidiyor. Bunun sonu da gelmez. Şöyle bir söylem de kullanıyorum. Yurtdışında özellikle. Gelin bakın buna bir yarış diyorsunuz. Yarış bir rekabet getiriyor. Arkasından da husumet getiriyor. Bu barışa hizmet etmiyor. Gelin buna yarış değil de barış diyelim, diye söylüyorum. Yani hep birlikte insanlık ailesi olarak en önde olan ülkeler başını çekmeli tabi
“Askeri tarafı takip ediyoruz”
Ülkeler uzayda ortak çalışabilir. Bunun şurasını şu, burasını bu yapsın denebilir. O kabiliyet yok mu? Destek verin o da gelişsin. Yani bütün ülkelerin katkısı olursa dünya barışına bile hizmet eder, diye düşünüyorum. Ama yarışa soktuğumuz zaman sıkıntılı işler devreye giriyor. Biz ajans olarak sivil tarafındayız. Tabi ki askeri kanatta ne olduğunu hangi teknolojinin geliştiğini takip etmek durumundayız. Bilmek zorundayız. Biliyoruz da en nihayetinde. Askeri ve sivil olarak küresel konumlama ve zamanlama sistemleri üzerine çalışmalar çok önemli. Şimdi biz bunlardan istifade ediyoruz. Bazı askeri operasyonlarda küresel konumlama sistemi sebebiyle sıkıntılar yaşanıyor.
En büyük tehlike herkesin aklına geldiği gibi sinyallerin kesilmesi değil. Sinyal kesilmişse onun farkında varıyorsunuz, en azından ona göre hareket ediyorsunuz. En kötüsü sinyallerin manipüle edilmesi. Olduğunuz yerden farklı bir yerdeymiş gibi gösterirlerse ki bu teknik olarak da mümkün. Yapıldığını da biliyoruz. Yanlış yeri vuruyorsunuz. Koordinatlar doğru, ama o farklı gösterdiği için siz mühimmatı başka yere atıyorsunuz. Bunların yerlileşmesi bu anlamda zor da olsa bizim için stratejik önemdedir. Bağımsızlığımızın da gerçek sebebi olacaktır. Bununla ilgili çalışacağız. Yeni teknolojileri kullanmak istiyoruz. İnovatif olmak istiyoruz. Bu özellikle konumlama sistemlerinde şimdi yerdeki büyük verinin yapay zekâ ile kullanılarak hassas konumlama yapılabileceği projeler var. Biz de böyle bir proje başlatıyoruz. Bunu çalışacağız. Bunun olmazsa olmazı atomik saattir. Basına da yansıdı. Ben TÜBİTAK’ın UME enstitüsü ile bir protokol yaptım TUA olarak. Orada geliştirilen atomik saate uzay tarihçesi kazandıracağız. O çalışmamız da var. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde belki bu 10 yıllık sürecin sonuna doğru en azından bölgesel konumlama siteminde bir yere gelmiş olmayı ümit ediyoruz.
“TUA olarak devleti temsil ediyoruz”
Space X ve demin adını verdiğim Lockheed Martin olsun, Blue Origin olsun birçok şirketle biz temastayız. Neredeyse haftalık görüşüyoruz. Ayda bir kesin görüşüyoruz. Şimdi yeni düzenlemenin ayırt edici özelliği olarak şirketlerin öne çıkması oldu. Ama biz devletleri ihmal etmiyoruz. Çünkü devletler birçok yerde devrede. Bizde de öyle olmalı. Türkiye’de devlet bu tarz işlerde tamamen elini çekemez. O gerçekçi olmaz. Ama özel sektörün dinamizmine de ihtiyaç var. İkisi beraber olmalı. Biz ona çalışıyoruz. Yani devlet olacak. Biz zaten devletiz TUA olarak. Devleti temsil ediyoruz ama özel sektördeki şirketlerimizin taşın altına elini koyacak şekilde dahil olmaları lazım. Ama bunu kendilerine bırakamayız. Çünkü siz de biliyorsunuz özel sektör kar etmesi lazım. Yoksa ayakta kalamaz. Önünü görmezse de böyle bir şeye girmez. Bunun için ben bir sürü kümelenmeyi ziyaret ediyorum. Uzay Havacılık ve Savunma kümelenmeleri var ülkemizde. Önemli kümelenmeler var birçok şehirde. Bunları ziyaret ettim ve ediyorum. Pandemi sonrası daha da çok edeceğim. Ben sahaya çıkmayı çok seviyorum. Bizzat üniversitelere, şirketlere kendim gidiyorum. Kapıyı çalıp girerim. Onlar da çok iyi karşılıyor. Protokolü bir kenara bırakıyoruz ve ülkemiz için çalışıyoruz. Şimdi bu noktada onlara söylediğim şey şu; biz size projeleri getireceğiz. Siz ne kadarını yapabileceğinizi söylersiniz biz nerede destek olmamız gerekiyorsa olalım. Daha büyük destekler için devletimizin büyüklerine götürelim. Ama bu işleri beraberce yapalım. O yüzden Space X örneği veya diğer şirketlerin yaptıkları bizim için güzel örnekler. Biz de o yolda yürümeliyiz. Şimdi bakınız komünist partisinin yönettiği Çin bile şirketlerini özelleştiriyor. Fırlatma sistemleri özelleştiriliyor. Rusya yaptı aynı şekilde. Onun için biz de aynı yoldan gideceğiz.
“Uzaya gitme cesaretimiz var”
Bu işte olanlar kazanacaklar. Nihai cümleyi baştan söyleyeyim. Şuna benzetiyorum ben. Bu örnek aydınlatıcı olacaktır. Orta çağda okyanusların kenarında yaşayan insanlar, okyanuslara bakıp duruyordu. Birileri oraya açılmak istiyordu ama cesaret edemiyordu. Öbürleri de siz manyak mısınız orada canavarlar var, gemileri yutan girdaplar var şuymuş buymuş. Biliyorsunuz yüzyıllarca kimse okyanuslara açılmaya cesaret edemedi. Kıyı kıyı gezildi her taraf. Ama birileri sonunda cesaret etti. Bugün dünyayı onlar yönetiyor. Yani okyanusa açılmayı cesaret edenler. Uzayı da bir okyanusa benzetecek olursak; şimdi biz sahilde durup uzaya bakıyoruz ya açılsak mı açılmasak mı diye. Birileri de diyor ki; yok canım siz gitmeyin. Aklınız peynir ekmekle mi yediniz? Gidilir mi oralara ne işiniz var diyenler kaybedecekler. Kazananlar kimler olacak? Oraya gitmeye cesaret edenler bu riski almayı göze alanlar olacak. Onun için biz o tarafta olmalıyız. Aynı o verdiğim örnekteki gibi nasıl ki o okyanuslara açılmayı göze alanlar, ön görülemeyen zenginliklere ulaştılar. Bu düşünülerek yapılmadı. Bilmiyorlardı gittiklerinde ne bulacaklarını. Ama bu tabi olarak gelişecek. Aynı şey uzay için geçerli olacaktır. Oraya gittiğimizde ne bulacağız. Astroid’e gittiğimizde ne bulacağız veya Mars’ta. Ya da sadece uzayda bulunmanın getireceği başka artılar neler olabilir hepsini öngörmek mümkün değil.
“Uzay çağını kaçırma lüksü yok”
Ama şu an için öngörülebilenler bile uzay ekonomisinin çok büyüyeceğini gösteriyor. Trilyon dolarların üstüne çıkacağını gösteriyor. Burada olmamız şarttır. Her yönüyle olmamız şarttır. Ve bunu mutlaka dönüşü olacak bir çalışmada görmüştüm. Şu ana kadar uzaya yapılan yatırımlar tabi diğer uygulama alanlarıyla beraber 2-3 katıyla geri dönüyor ekonomiye her bakımdan. Bizde de öyle olacak. Ama yatırım yapmazsan hiçbir şekilde dönmez. Bir adım atmak gerekiyor. Onun için madencilik dediniz. O bizim 10 yıllık planımızda yok. Zaten uzayda madencilik başlamış değil. Çok ilerde başlaması planlanıyor. Şu an su madenciliği vardır. Yoksa altın bulalım falan bunlar çok sonraki işler. Bir de çok mantıklı değil. Belki nadir toprak elementleri ilerde mantıklı olabilir. Ama uzay ekonomisi olacak. Uzayda üretim olacak. Bakın yer çekimli ortamda mükemmel üretilemeyen bazı şeyler var. Kristalize yapılar gibi bazı biyolojik dokular gibi. Bunu ben sordum Amerika’da. Adam anlatıyor. Biz uzayda üretim yapacağız. Dedim ki bunun masrafını karşılayacak mı? Bunu uzaya götüreceksiniz üretip geri getireceksiniz. Böyle bir şeyi karşılayacak çünkü orada yaptığımızı dünyada yapılamıyor. Böyle yerlere gidiyor iş. Biz bunların dışında kalırsak sonra dizimizi dövüyoruz. Sanayi Devrimini nasıl kaçırmıştık şunu şöyle yapsaydık diye. Uzay çağını kaçırma lüksü yok Türkiye’nin. Onun için herkes müsterih olsun. Ajans bunun farkındadır. Çalışıyoruz. Sanayi ve teknoloji bakanlığımız destek veriyor ciddi manada. Bakanlığımız bu konuda çok ilgili. Sayın Cumhurbaşkanımız ilk ağızdan ne kadar kuvvetli desteklediğini programda açıkladı gösterdi. Bizzat ben takip edeceğim dedi. Böyle bir durumda biz gereğini yapacağız.
“Birçok ülkeyle beraber çalışıyoruz”
Şimdi demin söylediğim o 6 ülke birinci lig olarak kabul ediliyor. Bunun kriterleri var tabi ki. Birçok kriteri var. Geri uzay misyonu yapabilmek, uzay motoru ateşleyebilmek vs. Bu 6 ülke diğer ülkelerden öndeler açıkçası. Sonra geriden gelen bir grup var. Biz o grubun içindeyiz veya oraya dahil olmaya çalışıyoruz. Aslında ordayız. Ama oradaki sıralama çok önemli değil. Öndekilere yetişmeye çalışıyoruz. Tabi şu anda gerçekçi olursak sıralamada biraz gerilerdeyiz ama bizim gibi de çok ülke var. Dolayısıyla ben o yüzden uluslararası iş birliklerini önemsiyorum. Bazı şeyleri niye ille kendi başımıza yapmaya çalışalım. Hem finansman, hem teknolojik hem de insan kaynağı açısından uluslararası işbirliğiyle daha iyi yapabiliriz. Bunun en güzel örneği de en gelişmiş ülkelerin iş birliği yaptığı uzay istasyonudur. İsteseler bu ülkelerin her biri bir uzay istasyonu kurabilirler. Teknolojileri var paraları da var. Niye yapmıyorlar. Hem maliyet düşük hem de beraber çalışıyorlar. Demin dediğim barış hedefine de hizmet etmiş oluyor. Bizim gibi ülkelerle özellikle mesela Türkçe konuşan ülkelerden 5 tanesi üye biz de dahil. Macaristan’da gözlemci. Macaristan’la anlaşmamız var. Kazakistan’la var. Azerbaycan’la son noktaya getirdik bu gittiğimde. İnşallah Cumhurbaşkanlarımızın huzurunda imzalayacağız.
Özbekistan var Kırgızistan var. Buradan başlayalım. Bazı şeyleri berber yapalım. Küp uydular, eğitim çalışmaları bazı geliştirme çalışmaları gibi. Hemen aya gitmek değil maksat. Bizim Ay hedefimiz bize başka tecrübeler kazandıracak o ayrı. Ama bu şekilde uluslararası iş birliklerini başlatalım. Mesela Avustralya, Yeni Zelanda çok ilgi gösteriyorlar. Pakistan Bangladeş var. Taylandlılar, Çinliler beraber çalışıyoruz. Amerika tarafı Avrupa tarafı şu an mesela Avrupa tarafından da çok ciddi bir ilgi başladı. Biraz açıkçası söylemek gerekirse tereddütle bakıyorlardı. Acaba ne yapacaklar gibilerinden. Program açıklanınca yine isim vermeyeyim ama bizle hiç temas etmemiş ülkelerin büyük elçileri beni aradılar. Programı takip ettik çok gerçekçi ayakları yere basan heyecan verici bulduk. Biz de bir yerinde olmak istiyoruz dediler. Dolayısıyla Avrupa’dan da böyle bir şey var. Buradaki asıl ölçümüz şu; sorunuzun asıl cevabı bizden ileri olan ülkelerle ilişkimiz bizim ihtiyacımız olan şeyleri en makul şekilde öğrenebilmek ve transfer edebilmek yönünde.
İş birliği de olacak. Tabi bunun bir bedeli de varsa biz o bedeli ödeyeceğiz. Bu kaçınılmazdır. Kimse kimseye bedava bir şey vermiyor. Bizim gibi olan veya bizden geri olan ülkelerle ilişkimiz ise bizim yapmakta olan çalışmaları buyurun beraber yapalım siz de öğrenin biz de öğrenelim taşın altına elimizi beraber koyalım çizgisindedir. Mesela demin bahsettiğim Türkçe konuşan ülkelerle böyle bir iş birliği. Ama Güney Amerika’nın Asya’nın birçok yerinden farklı yine bizim gibi, bizim durumuzda olan ülkelerle ise başka bazı konularda işbirliği yapabiliriz. Örnek veriyim hemen somut örnek; dünya malum düz diyenler de var ama dünya yuvarlak biz onu biliyoruz. Dolayısıyla bir taraf gündüz bir taraf gece. Uydumuz dolaşıyor. Uyduyu her an göremiyoruz dünya yuvarlak olduğu için. Biz kaybettiğimiz zaman dünyanın diğer tarafındaki iş birliği yaptığımız ülke görecek. Oradan bilgiyi aktarabileceğiz. Biz de onun uydusunu görerek iş birliği içinde çalışabiliriz. Yani bu ülke bize uzak diye bir şey kalmadı. Dünya küçücük bir gezegen aslında. Herkes birbirine komşu. Dolayısıyla da biz bu ayırımı yapmadan Güney Amerika da dahil bütün ülkelerle iş birliğine hazırız çalışıyoruz ve şu an 20’nin üzerinde. Hızla da artıyor bu sayı. 25’lere ulaştı. Ön görüşmeleri kiminin tamamlandı, kimi anlaşma safhasında, kimi yeni başladı. Ama bunu sürdürüyoruz ve yapacağız.
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.