Türk pilotlarının NATO eğitimlerinde karşılaştıkları düşman kabul edilen Sovyet uçaklarını temsil eden F5’lere kilitlenirken ne düşündüklerini anlatan hatıralar okumadım. Türkiye’nin NATO’ya girdiği 1952 yılından Sovyetlerin sona erdiği 1991 yılına kadar Türkiye ve Rusya “düşman” kuvvetler olarak birçok kere karşı karşıya kalsalar da herhangi bir sıcak çatışma olmadı. Ancak bugün uluslararası politikada kimsenin hayal edemeyeceği bir git-gel yaşanmaktadır ve görülen türbülans en kendine güvenen analistleri bile çırak çıkartabilir.
Soğuk savaşın bitmesi ile yaşanan yalpalamalar ve Büyük Orta Doğu Projesi’nin ardılları bizi Suriye krizi ile oldukça farklı bir boyuta getirdi. Daha önce Ege Denizi üzerinde yaşadığımız hava sahası çatışmaları bu sefer Doğu Akdeniz’e kaydı. Suriye’nin halâ tam olarak açıklığa kavuşmamış şartlarda, 22 Haziran 2012 tarihinde düşürdüğü 173. Filoya ait RF-4E keşif uçağımız ve şehit olan iki pilotumuzun ardından hızla yükselen bir çatışma ortamı oluştu.
Türkiye önce, 23 Mart 2014 tarihinde, Suriye’ye ait Rus yapımı bir Mig 23 uçağını hava sahamızı ihlal ettiği gerekçesiyle düşürdü. Türk Hava Kuvvetleri’nin F16’ları, 24 Kasım 2015 tarihinde ise masadaki riski arttırarak yine aynı gerekçe ile Rusya’ya ait bir Sukhoi Su-24M uçağını düşürdü.
Bir akademisyen veya gazeteci 25 Kasım 2015 tarihinde 4 yıl içinde Rus ve Türk devlet başkanlarının bir yandan dondurmalarını yerken, diğer yandan da Moskova havacılık fuarı MAKS 2019’u gezip, uçak pazarlığı yapacaklarını söyleseydi, herhalde sadece akademik kariyerini veya işini değil aynı zamanda psikolojik sebeplerle cezai ehliyetini de kaybedebilirdi.
Dünyanın en karmaşık ilişkilerinin yaşandığı bir bölgede bulunuyoruz. Peter Hopkirk’ün 1800 yıllarının başından ‘Soğuk Savaş’ın sonuna kadar bölgemizde yaşanan olayları özetlediği “Büyük Oyun” adlı kitaptan bu tip hızlı gel-gitlerin bir tür adaptasyon ve uyum olduğunu anlıyoruz.
Konumuz havacılık olduğuna göre politikayı bırakalım yaşanmakta olan yaklaşmanın havacılık sonuçlarına yoğunlaşalım. Artık “uçak düşürmekten uçağın fiyatını düşürmeye” evirilen bir politika içindeyiz. Bu durumda, ‘Türkiye Uçak Sanayiinin Emperyal Sistemden Metrik Sisteme’ geçmesi söz konusu olabilir mi sorusunu gündeme taşımamız gerekiyor. ABD’nin Türkiye’nin S-400 alımına karşı pek de gerçekçi ve hatta hiç de inandırıcı olmayan nedenlerle F-35 iş birliğini sonlandırma kararı, Lockheed Martin’in Türkiye’nin şartnamesini tam yerine getiremediği için ödemesi gereken tazminattan kurtulmaya çalışırken bulgurdan olmasıyla sonuçlanabilir.
Rus uçak sanayii, İkinci Dünya Savaşı’nda hazırlıksız yakalandığı için Nazi Almanya’sının üstün havacılık teknolojisi ile baş etmekte zorlanıyordu. ABD’den aldığı DC3 lisansı ile ürettiği 3500 Li-2 ve ödünç aldığı 5000 kadar P-51 Mustang ile hava kuvvetlerini ayakta tutabildi.
Ama 1960’lı yıllara gelindiğinde Sovyetler Birliği dünyanın en çok uçak mühendisi ve uçağı olan ülkesiydi. Karşı istihbarat amacıyla oldukça yayılmış gizli ve açık tasarım ofisleri ve iç içe geçmiş fabrikaları ile ileri, hatta çok ileri teknoloji ile uçak yapıyorlardı. Hollywood filmlerinin aksine gerçekte batının casusluk ve adam ayartmayla çaldığı Sovyet teknolojisi, Sovyetlerin çaldığından çok daha fazlaydı. Sadece örnek olarak ses üstü uçuşlarda manevra kabiliyeti için neredeyse mecburiyet olan yönlendirilebilen lüle bir Sovyet patentidir.
Türkiye, uzun bir süredir eski Sovyet yeni Rus ve Ukrayna havacılık teknolojisi ile ilgileniyor. Bu konuda karşılıklı ziyaretler ve anlaşmalar imzalanmakta ve görüşmeler yapılmaktadır. Akkuyu’da yapılacak nükleer santral için yüzlerce Türk mühendis eğitim için Rusya’da bulunmaktadır. Ayrıca Rusya’da uçak mühendisliği eğitimi almış olan ciddi bir nüfus Türkiye’de çalışmaktadır. Rusya’nın aynı zamanda son yıllarda ortak projeleri de kullanarak nüfuzunu genişletmektedir. Önek vermek gerekirse Hindistan ile ortak geliştirdikleri, MAKS fuarında bu uçuyor mu sorusuna maruz kalan, Sukhoi Su-57 üzerinde oluşturulan Sukhoi/HAL FGFA uçağı verilebilir. Rusya aynı şekilde Malezya ile iş birliği yaparak Sukhoi Su-30 uçağının ihraç tipi olan Su-30MKM uçağını geliştirdi. Dolayısı ile uluslararası iş birliğine açıklar.
Hatta Rus Sukhoi, İtalyan Leonardo ve Fransız Snecma ile beraber Sukhoi SuperJet bölgesel yolcu uçağının da sahibi. Belki Türkiye çıtayı biraz daha kaldırır ve TürkJet olarak Leonardo’nun hisselerini alıp Sukhoi ile ortak olur ve ikinci üretim hattını Türkiye’ye getirir. Bu durumda artık ortaklık çerçevesinde farklı gelişimlere açık bir yapı oluşur.
Bölgemizde hayal kurmakta strateji yapmakta hem kolay hem de zor. Satranç değil tavla oynuyoruz. Akıl ve strateji kesinlikle gerekli ancak oyun biraz da zara bakıyor gibi. Batılı müttefikler ellerine iyi zar gelince kötü oynadılar sanki. Türkiye, Almanya’ya maket yaptırmaktansa belki Mig, Sukhoi ve Yak ile iş birliği seçeneklerini değerlendirebilir. Tabii ki yanlışlıkla, Akdeniz üzerinde seyretmekte olan bir Amerikan uçağına kaza ile bir S-400 isabet etmezse. Osmanlı da Birinci Dünya Savaşı’ndan önce İngiltere ile dost olarak deniz kuvvetlerini Osman Gazi ve Yavuz Sultan Selim Dretnotları ile güçlendirmeye çalışıyordu, ama sonuçta Yavuz (Goeben) ve Midilli (Breslau) ile Sivastopol’ü bombardıman ettik.
Hülasa tablo sanıldığı kadar net değil! Neyin, nereye yöneleceği belli olmaz.
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.