Firmaların rekabetçiliğinde; işlerin etkin, kârlı ve verimli sürdürülebilmesi konusunda tedarik zinciri yönetiminin kritik önemine değinmiştik. Bunun yanında günümüzde tedarik zinciri yönetimi kadar önemli olan bir diğer kavram da Performansa Dayalı Lojistik (PDL) ya da İngilizce karşılığı ile Performance Based Logistics (PBL)’dir. Tıpkı tedarik zinciri gibi PDL de gerek şirketlerin gerekse PDL hizmeti alan kurum ya da kuruluşların iş dünyasında fark oluşturmalarına imkân sağlayan önemli bir yaklaşımdır. Pek çok alanda uygulaması olmakla birlikte özellikle askeri sistemlerin ve hava platformlarının idame işletmesinde son zamanlarda en çok tercih edilen yaklaşımlardan biridir. Peki, nedir PDL? Klasik lojistik anlayışından farkı nedir? Bizi, hizmet aldığımız şirketlere karşı bağımlı hâle mi getirir? Yoksa ürünün verimli kullanılmasını mı destekler? Konunun çok geniş kapsamlı olduğunun ve tek bir yazıya sığdırmanın kolay olmadığının farkında olarak bu yaklaşımı ele alalım.
En basit haliyle PDL, belli performans ölçütleri kapsamında tedarik edilen sistem için istenirse ömür devri boyunca idame işletme hizmeti satın alınması veya satıcı için bu hizmetin sağlanması yaklaşımıdır. Performansa Dayalı Lojistik kavramındaki “Lojistik” kelimesi sadece ürün için depolama, nakliye, elleçleme gibi kavramların ötesinde bakım, onarım ve yenileştirme kavramlarını da adresler. Klasik lojistik yaklaşımdan farkı, talep edilen kriterler doğrultusunda herhangi bir altyapı kurulmasına gerek kalmadan tedariki gerçekleştirilen sistem için hizmet alımının gerçekleştirilebilmesidir. Burada altyapı kurulmasına gerek olmadığı için en azından yatırım, insan kaynağı ve işletme maliyetleri gibi konularda rahatlık sağlanabilir. PDL’de temel ister hazır bulunuşluk oranıdır. Kullanıcı talep ettiği hazır bulunuşluk oranı arttıkça artan bir maliyete katlanarak sisteminin idame işletmesini gerçekleştirir. Hazır bulunuşluk kriterinin sağlanabilmesi için satıcı tarafından sistemi oluşturan alt birimler için arızalar arasındaki ortalama süre (Mean Time Between Failure, MTBF) ve ortalama onarım süresi (Mean Time to Repair, MTTR) gibi ana değerlerden yola çıkılarak, yedek parça ve sarf maddeler için envanter ve stok yönetimi (stok miktarı, stok çevrim hızı gibi), depolama (depo yeri, depo yönetimi gibi), nakliye (transfer, gümrük, teslimat gibi), etkin büyük veri yönetimi gibi başlıca kavramların optimizasyonu gerçekleştirilerek PDL hizmeti sağlanır. Daha önce belirtildiği üzere; talep edilirse tüm hizmet, sistemi satan şirket tarafından sağlanabilir. Ancak özellikle askeri sistemlerde bağımlılığın azaltılabilmesi veya karşılıklı bağımlılık oluşturulabilmesi için tıpkı klasik lojistik anlayışında olduğu gibi kullanıcılar tarafından sisteme ait “mümkünse” tüm kabiliyetlerin ya da “optimum” seviyede kabiliyetin ülke içerisinde tesisi talep edilebilmektedir. Tabii burada kaynakların kontrolü anlamında yurt içi bizlere esneklik ve kolaylık sağlayacaktır. Dış kaynaklar bizim için risk unsuru taşımaktadır. Aynı şekilde iç kaynağın da dışa bağlı olması sıkıntı oluşturabilir. PDL anlayışı, mali etkinliğin ve sistem idame işletmesine yönelik verimliliğin artırılabilmesi için önemli bir araç olarak görüldüğünden, bu amaca ters düşebilecek talepler ya ilave müzakerelerle ya da ilave maliyetlerle sonuçlanmaktadır. Bu kapsamda incelenebilecek ve PDL yaklaşımının uygulandığı en bilinen askeri hava platformu F-35 uçağıdır. F-35 projesi; PDL kapsamında, katılımcı ülkelerin sahip olmak istedikleri talepler göz önünde bulundurulsa da temelde ülkelerin askeri ya da sivil kurum ve kuruluşlarında haiz olunan bakım-onarım yetenekleri ile ülkelerin sahip oldukları coğrafi ve ticari avantajları, risk ve politik unsurların karması birtakım değişkenlerin değerlendirildiği kararlar sonrası ortaya çıkan bir ağ üzerinden ilerlemektedir. Örneğin; iniş takımı ile ilgili idame işletme yeteneği, Avrupa bölgesi için İngiltere’de bir merkezden temin edilebildiği gibi hazır bulunuşluk oranının sağlanması için envanter yönetimi Hollanda’da kurulan bölgesel lojistik depodan transfer edilen ürünler ile sağlanabilmektedir. Uçağı oluşturan sistemlerin idame işletme kabiliyetlerinin farklı ülkelerde dağılmış şekilde yer alması, sahip olunan yetenekler için karşılıklı bağımlılık oluşturmasının yanı sıra klasik anlayışla karşılaştırıldığında çok daha anlamlı bir ölçek ekonomisi de oluşturabilmektedir. Merkezi bir anlayışla yönetilen PDL hizmetinin operasyonel bağımsızlığı olumsuz yönde etkilediği düşüncesi tartışmaya açıktır. Zira klasik lojistik yaklaşım da elde bulunan yedek parça stok miktarı veya tamir edebilme yeteneği kadar esneklik tanıyacaktır. Bir sistemin tüm kritik bileşenlerinin üreticisi olunmadığı veya tedariki ile ilgili hiçbir engel bulunmadığından emin olunmadığı sürece tam bağımsızlıktan söz etmek mümkün olmayacaktır. Tabii burada birbirine bağımlı bir zincirin mükemmel kontrolü söz konusudur. Halkaların birisinde sıkıntı olursa sistem tam anlamıyla işlemeyecek veya ciddi anlamda sistemsel sorunlar yaşanabilecektir. Evet, fazla paydaşın olması maliyeti düşürecek fakat aynı zamanda işletim riski oluşturacaktır, bu kaçınılmazdır. Bir ülkenin sorumluluğunu yerine getirmediğini düşünelim. Sonuç herkes için sıkıntı oluşturacaktır. Sistem, her halka mükemmel çalışırsa başarılı olacaktır.
PDL kapsamında hava yollarının satın aldığı motor bakım hizmetleri de başka bir örnek olarak verilebilir. Yolcu uçaklarında kullanılan motorların, ne kadar uçuş saati sonrası ya da hangi koşullara maruz kaldıktan sonra ne gibi işlemlere tabi tutulması gerektiği motor üreticisi şirketler tarafından bilinmektedir. Bu kapsamda her uçuş sonrası yapılan rutin bakım hizmeti ile belli bir uçuş saatini tamamlamış motorlara uygulanacak depo seviyesi bakım hizmetleri hava yolu tarafından daha motorların tedarik aşamasında yapılan anlaşmalar ile hizmet alımı şeklinde kontrata bağlanmaktadır. Uçuştan dönen uçağın motorlarına bir sonraki uçuş öncesinde motoru satan şirket personeli tarafından gerekli işlemler yapılarak uçak bir sonraki uçuşa hazır hâle getirilmektedir. Bu kapsamda hava yolunun herhangi bir eforu bulunmamakta, sadece anlaşması gereği hizmeti aldığı şirkete para ödemektedir. Aslında maliyet dışında en etkili yol budur, motorun her şeyinden üreticisi sorumlu olmaktadır. Depo seviyesi bakıma tabi tutulması gereken motorlar ise uçaktan indirildiğinde bakım hizmetinin bitmesinin beklenmesi yerine sağlanan yedek motorlar ile uçuş sürekliliği sağlanmakta ve hava yolunun kesintisiz hizmet vermesi mümkün olmaktadır. Şüphesiz bu durum hava yolu için operasyonel etkinlik ve kesintisiz kazanç sağlama yönünde önemli bir avantaj sağlamaktadır. Pek çok motor üreticisi esas faaliyet kazancını idame işletme hizmeti satışından elde etmektedir. Bu sebeple yeni motor satışlarındaki kâr marjlarının çok kısıtlı hatta bazen kâr amacı güdülmeden yapıldığı bilinmektedir. Buradaki ince nokta herkes asıl işe odaklanmalı, hizmet alınması gereken alanlarda mutlaka hizmet alımına başvurulmalıdır. Şirketler enerjilerini odak alanlarına vermelidir. Her şeyi kendimiz yapmamız hem hız hem de maliyet anlamında etkili olmayabilir.
Yazımızın baş kısımlarında da belirttiğimiz üzere PDL tek bir yazıya sığdırılamayacak kadar kapsamlı ve basit gibi görünse de aslında pek çok değişkenin optimize edilmesi gerekliliği sebebiyle oldukça karmaşık bir yaklaşımdır. Yeni sistemler geliştiren ülkemiz savunma sanayii ekosistemindeki firmaların, geliştirilen ürünlerin idame işletmesi için PDL yaklaşımını dikkate alacak şekilde stratejik bir yaklaşım belirlemesi alınacak kritik kararlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizin savunma sanayiinin de daha atik, etkin ve verimli bir şekilde sistemlerini sorunsuz ve uzun süreli kullanabilmesi için bu şekilde hizmet alımlarına veya satışı gerçekleştirilen sistemlerin idame işletmesi için PDL yaklaşımını benimsemesinin faydalı olacağı düşünülmektedir.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.